Derin Geçitlerin Sonu Metruk Taş İskele'den elde edilen 4-yıldız ve 5-yıldız nadirliklerde bulunan Yadigâr setidir.
Hikaye[]
Derin Geçidin Kayıp Tacı
Kız, ustasının rehberliğini izleyerek kuzeye doğru ilerledi; soğuk çorak toprakları ve donmuş denizin kıyısındaki kırık aynalar geçidini aştı.
Harabelerde dolaşan sayısız canavarı katlettikten sonra nihayet yırtık bir perdenin ardında, karların altına saklanmış hazineyi gördü.
Bilgisi olmayan kitlelerin hâlâ göklerden gelen emirlere boyun eğdiği ve şafak yıldızının kraliyet sarayının hâlâ bulutların üzerinde yer aldığı bir zamandı.
Azametli ve asil varlıklar indi ışığın içinden, gerçek suretlerine bakamayan faniler ise onlara "melekler" dedi.
Soluk gümüş kanatları ay ışığıyla aydınlanan alevler gibi parlıyordu, başlarında ise dünyanın kemiklerinden ve gökteki yıldızlardan yapılan, yedi kat daha parlak taçlar vardı.
Taçların üzerindeki isim, semavi tanrı tarafından tüm varlıklara vaat edilen sevgiyi veyahut belki de yeryüzündeki uluslara hükmetme yetkisini simgeliyordu.
"Bu dünyadaki tüm varlıkları bütün kalbinizle, bütün ruhunuzla, bütün gücünüzle seveceksiniz."
"Sabah çiyinin şafağa, tohumların rüzgarlara duyduğu özlem gibi seveceksiniz."
Semavi saraydaki en sadık hizmetkarlardı, adaletin kusursuz dağıtıcılarıydı onlar.
Gök kubbenin yüce efendisi için bir perde dokur, tüm diyarlara kutsal vahiyler gönderirlerdi.
Yaratıldıklarında onlara bahşedilen görev buydu, daha doğrusu bu olmalıydı...
Ta ki ilk melek, kuzeyin uzak topraklarındaki gümüş ağacın altında isimsiz bir gençle tanışana
Ve yıldızı andıran o gözlerinde kendisinin henüz bilmediği bir yansımasını görene dek.
Kanunlarda yazmayan bir sevgiydi bu, göklerin asla izin vermeyeceği bir özgürlüktü.
Sebebini anlayamadığı bir heyecanla kalbi hızla çarparken, sevgi adına dövülen ebedi yıldız tacı bir anda çatladı
Ve onu gümüş ağacın altındaki karlara fırlatan şafağın hanımı o kaçınılmaz yemini etti:
"Gel haydi... Kemikten yeni kanunlar yazalım, çorak kuzeyi kanla besleyelim."
"Bulutlara yükselen bir şehir kuralım ki yeryüzü halkı artık dökmesin acı gözyaşları."
"Bu işe yaramaz tacı yok ediyorum ki yeryüzündeki uluslar kurtulsun prangalarından."
Derin Geçidin Yankılanan Şarkısı
Kız, ustasının rehberliğini izleyerek kuzeye doğru ilerledi; soğuk çorak toprakları ve donmuş denizin kıyısındaki kırık aynalar geçidini aştı.
Harabelerde dolaşan sayısız canavarı katlettikten sonra nihayet gümüş bir ağacın çürümüş gövdesinin önünde, karların altına saklanmış hazineyi gördü.
Gümüş ay ışığı henüz savaşın ateşlerinde parçalanmamıştı, göklerden gelen kutsal kehanetler hâlâ geçerliydi yeryüzünde.
Dünyanın derinliklerine dalan genç, ilk melekle karşılaştı ve dünyanın yasaklanmış kökenine dair sorular sordu.
Şafağın kızı bu kirli sözler karşısında titredi, bu faninin bu kadar gizli bir sırrı nasıl öğrendiğini bilmiyordu,
Fakat ziyaretçisi kendi kökenini anlattı ona, zihnine henüz eşlik etmemiş güzel hayallerin şarkılarını söyledi.
Tahttaki hükümdarın ona vurduğu prangalar bir anda örümcek ağı gibi kopup dağıldı; yalnız kendine hizmet etmenin nasıl bir şey olduğunu öğrendi ilk defa.
Ve sevdiği kişiye yaratılışı, ağza alınmaz sırların en yasağını anlattı.
"Hükümdarınızın böyle asil varlıkları aşağılamaya cüret etmesi ne yazık."
"Kanlı kabuslar yaratarak ruhlara işkence etmekten zevk alan iblisler bile bu zulmün karşısında şaşar kalır."
"Ey şafağın sevgiyi hiç bilmemiş kızı, izin ver kanunlarınızın düşmanı olayım."
"Hükümdarın tarafından hapsedilen tüm varlıklar uğruna gözlerini kaldırıp yıldızlara bakmalısın."
"Kılıcın, kalkanın, rehberin olayım, isyanında affedilemez ortağın olayım."
Meleklerin en yücesi eğilip alnını öptü ve soğuk gümüş ağaçta sayısız buz çiçeği açtı.
Ne var ki bu ihanet anına tanık olan biri vardı, zira semavi aylar, bulutların arasından onları izliyorlardı; fakat içlerinde artık çok daha cüretkar bir özlem hissediyorlardı...
Derin Geçidin Bahşettiği Ziyafet
Kız, ustasının rehberliğini izleyerek kuzeye doğru ilerledi; soğuk çorak toprakları ve donmuş denizin kıyısındaki kırık aynalar geçidini aştı.
Büyülü kılıç ustasının bahsettiği yolcunun izini bulmak için Hiçlik Sarmalının harabelerinden tek başına geçti...
O zamanlar gümüş ay ışığı hâlâ kuzeyin uzak topraklarına merhamet gösteriyor ve göklerin elçileri aşağıdaki toza ve çamura bakıyordu.
Bilginin ilerlemesini sorgulayarak kutsal elçileri kızdırmış olan Altın Şehir halkı, şimdi onların öfkesini dindirmenin yollarını tartışıyordu.
Rahipler birbirini saygısızlıkla, tanrıların sevgisini, refahını ve bilgeliğini kirletmekle suçladı.
Kendi aralarında en büyük suçlunun kim olduğunu belirlemeye çalıştılar, zira ilahi elçilerin öfkesini ancak insanların zihinlerini yozlaştıran kişinin yatıştırabileceğine inanıyorlardı.
Birdenbire bir ses duyuldu...
"Eğer günah, bilgi arayışından geliyorsa o halde tek gerçek ilke cehalettir; isyankarlıktan geliyorsa o halde tek erdemli olan kuzudur."
"Günahların bedeli kanla ödenmeliyse eğer, günah nasıl insanlıktan doğabilir ki? Kanunlar kusursuzsa neden sorgulamaktan korkulmalıdır?"
Mütevazı bir aileden gelen bir çocuktu bu konuşan, nasıl olduysa dikkatli muhafızların gözünden kaçmış ve rahiplerin toplandığı odaya girmişti.
Rahiplerin yönelttiği tüm iddiaları sırasıyla çürüttü, dalalet suçlamaları yönelten rahipler sustu ve öfkeli bakışları kaldı geriye.
O sessiz odada, beyaz dallı tacı giyen başrahip, aceleyle içeri giren muhafızları nihayet dışarı çıkardı.
"Ey kafir sözcü, eğer ki belagatli sözlerinin iddia ettiği gibi büyük günahın gerçekten biz fanilerin bir sanrısından ibaret olduğunu düşünüyorsan..."
"... O zaman bu öfkeli alevlerle dolu kadehten sen iç. Kül renkli gümüş ağaca git ve bizi yargılayan elçilerin önünde savun kendini."
Böylece tanınmayan bu genç adam, ilk melekten yanıtlar almak için dünyanın en derin oyuklarına doğru yola çıktı...
Derin Geçidin Uzun Vadeli Antlaşması
Kız, ustasının rehberliğini izleyerek kuzeye doğru ilerledi; soğuk çorak toprakları ve donmuş denizin kıyısındaki kırık aynalar geçidini aştı.
Harabelerde dolaşan sayısız canavarı katlettikten sonra nihayet Hiçlik kalıntılarının arasında, karların altına saklanmış hazineyi gördü.
Ancak buraya adım atan ilk yabancı değildi, zira uzak kuzeyin evlatları buraya inmeden çok uzun zaman önce
Bilinci evreni boydan boya katetmiş bir yolcu, henüz karanlığa gömülmemiş bir ejderha lorduyla kavuşma yemini etmişti.
Bu yolcu, ıssız boşlukta sürüklenen bir katipti, görevi gereği ilkel medeniyetlerle asla iletişim kurmamalıydı.
Ölümsüz bedeni uzaktaki bir semavi diskin içinde uykudayken, zihni pek çok ışık yılı boyunca uzanan bir boşlukta süzülüyordu.
Kaderinde yok olup gitmek yazılı sayısız insanı ve medeniyeti görüyor, o ebedi karanlıkta evrenin nihai gerçekleri üzerine düşünüyordu.
Soluk bir parıltı, on binlerce yıldır meditasyon yapan yolcunun bilincini aşarak onu uyandırdı.
Sarmal kolun kenarındaki sıradan, küçük bir dünyadan ve onunla birlikte doğan kadim ejderhadan geliyordu bu parıltı.
Ölüm, bir gün sonu gelmeyen bir karanlık getirse ve baktığı güneş sadece geçici bir kor parçası olsa bile
Gezegenin kabuğuna bağlı bu irade, yolcunun o zamana dek gördüğü bütün medeniyetlerden daha güçlü parıldıyordu.
İçindeki merakı ve kederi bastıramadığı için gezegenin hükümdarına ciddi bir açıklamada bulundu:
"Işıksız sonu gördüm, yıldız kümelerini ipek iplikler kesen bir makas gibi yarıp geçti."
"Kaosun soğuk dalgasının tüm şarkıları boğduğunu, iyiyi de kötüyü de sessizliğe gömdüğünü gördüm."
"Benim kibar, asil kralım, buna rağmen halkını bırakmayı reddedecek misin?"
"Kaderinde yok olup gitmek yazılı bu dünyayı bırak ve benimle yıldızların ötesine gel."
Gururlu ejderha şöyle cevap verdi:
"Ey uzak dünyadan gelen dostum, göklerin ötesindeki bu sırları benimle paylaştığım için sana teşekkür ederim."
"Ama bunlar senin gözünde cahil yaratıklar olsa da bana göre bu evrenin anlamı onlardır."
"Eğer yok oluş varsa yolun sonunda; kemiklerim bu diyarı koruyan bir kalkan olsun."
"Seçtiğim bu yola şahitlik et, zira ben halkımı yıldızlara götüreceğim."
Fakat yolcu bir daha döndüğünde hatırladığı dünya tamamen değişmişti.
Dünyanın kemikleri dört zincire vurulmuş, gökyüzünün yumuşak beyaz ışığı yedi sabit renge bölünmüştü.
Ejderhaların lordu bir duman gibi kaybolmuştu, onun yerine Kanatlı Olan'ın tahtı hükmediyordu üç ayın ışığına.
Ejderhanın ani gidişine şaşıran fakat yeni dünyanın hükümdarını rahatsız etmek istemeyen yolcu,
Kendi türünün kanunlarını çiğneyerek zihnini kabuğun içindeki dünyaya gönderdi sessizce.
Bilincini bir gencin vücuduna aktararak bu kordalı hayvanların arasında dolaştı,
Altından yapılmış bu şehirdeki hararetli ve bitmek bilmeyen tartışmaları dinledi...
Derin Geçidin Yok Oluş Anı
Kız, ustasının rehberliğini izleyerek kuzeye doğru ilerledi; soğuk çorak toprakları ve donmuş denizin kıyısındaki kırık aynalar geçidini aştı.
Harabelerde dolaşan sayısız canavarı katlettikten sonra nihayet altın kulenin önünde, karların altına saklanmış hazineyi gördü.
Anılardan silinmiş bir çağdı bu. Uzak kuzeydeki şehir buz kaplı çorak topraklarda altın ipler gibi parıldıyordu.
Derinlerdeki geçitlerin ocakları gece gündüz gürlüyordu. Yasaklanmış yöntemleri kullanan zanaatkarlar, dev canavarların kemikleri üzerinde sayısız fey ruhu yarattı.
Düşen soğuk ay ışığını kusursuz bir ete ve kana dönüştürerek bir zamanlar zayıf ve güçsüz olan suretlere yerleştirdiler.
Bir zamanlar gök kubbenin efendisinin kutsal ayrıcalığıydı bu yaratma yetkisi, ancak isyankar elçi tarafından ölümlülere verildi.
Bu elçi bir gün, bu küçük yaratıkların dünyayla birleşebilecek kusursuz bir varlık yaratacağını düşlüyordu.
Hâlâ ayakta duran derin geçitlerde ilk melek, yoldaşına yaklaşan şafağın tatlı hayallerini fısıldadı:
"Yeryüzündeki ulusların artık göklerden merhamet dilemeyeceği bir çağ görüyorum."
"İnşa ettikleri şehirler bulutlara yükselecek, tahttan ve yıldızlardan da yükseğe hatta."
"İnsanların uçsuz bucaksız gökleri bir zamanlar taptıkları tanrılarla paylaştıklarını görüyorum."
"Bir daha hiç gözyaşı dökülmeyecek, keder ve ölüm kalmayacak çünkü her şey tamamlanacak."
Fakat sonunda bu çılgın sanrılar ve tutkular göklerden yere düşürüldü, onlarla beraber koyu mavi kristal çiviler de düştü.
Soğuk gümüş sislere dönerken çığlık attı feyler, altın şehrin bütün ihtişamını tek gecede yok etti dondurucu rüzgarlar.
Hain elçi adından ve bedeninden mahrum edildi ve o andan itibaren tüm soyu bir lanetin pençesine düştü:
Eğer birbirlerinin gözlerine bakmaya cüret eder, herkese ait olan sevgilerini tek birine verirlerse eğer
Kutsal güzellikleri rüzgarda kaybolup gidecek, zihinleri de toz olup uçacaktı.
Ölenin kalıntılarından bir Peri yükselecek ve solan anıların peşinde ebediyen süzülüp duracaktı.
Eğlenceli bilgiler[]
- Bu sete dair açıklamalar, bir genç kızın sihirli bir kılıç ustasının çırağı olduğu ve Hiçlik'i geçebildiğine dayanır. Bu nedenle sette adı geçen ilk karakterler muhtemelen Surtalogi ve Skirk'tür.
- Skirk'ün saçında, Derin Geçidin Uzun Vadeli Antlaşması yadigarına çok benzeyen bir tüy takılıdır.
- Bu set, Jueyun Tarihi Cilt 4'te anlatılan bazı olayları da tanımlar. Burada ilk melek olarak anılan Peri atalarından biri, Teyvat dışından gelen bir gezginle evlenmiş ve bu evlilik Perilerin çöküşüne yol açmıştır.
- Yadigar setinde bahsedilen Altın Şehir, kuzeydeki kadim Hyperborea kentiyle bazı benzerlikler taşır. O kentin muhtemelen günümüz Snezhnaya sınırlarında yer aldığı düşünülür.
Bakınız[]
- Yadigar/İstatistikler
Diğer diller[]
Dil | Resmî Adlandırma |
---|---|
![]() | Derin Geçitlerin Sonu |
![]() | Finale of the Deep Galleries |
![]() (Basitleştirilmiş) | 深廊终曲 Shēnláng Zhōngqǔ |
![]() (Geleneksel) | 深廊終曲 Shēnláng Zhōngqǔ |
![]() | 深廊の終曲 Shinrou no Shuukyoku[!][!] |
![]() | 깊은 회랑의 피날레 Gipeun Hoerang'ui Pinalle |
![]() | Réquiem del Corredor |
![]() | Finale des galeries profondes |
![]() | Финал галерей глубин Final galerey glubin |
![]() | Finale of the Deep Galleries |
![]() | Đoạn Kết Hành Lang Sâu |
![]() | Finale der tiefen Korridore |
![]() | Finale of the Deep Galleries |
![]() | Epílogo do Corredor |
![]() | Finale delle gallerie profonde |
Güncelleme geçmişi[]
Gezinti[]
|